gozde kuralin yonetmenligini yaptigi film valenciadan odulle dondu cinema jazireh her yerde QPdSfyg7.jpg

Gözde Kural’ın yönetmenliğini yaptığı film, Valencia’dan ödülle döndü: Cinema Jazireh her yerde

Taliban saldırısında eşini kaybeden ve tek başına oğlu Omid’i (Ümit) bulmak için tehlikeli bir yolculuğa çıkan Leyla (Fereshteh Hosseini), kendisini “baça bazi” evinde bulan küçük Azad, bu evdeki Zabur (Mazlum Sümer)… Kural, kendi deyimiyle, dünyanın sonu olarak gördüğü Afganistan’dan, Türkiye’nin bugünkü acı durumuna bakıyor. Bunu yaparken kadınlık-erkeklik halinden eşcinsellik olgusuna, Taliban zulmünden Afganistan ve Pakistan’ın bazı bölgelerinde görülen, çocukların tacizine ve istismarına dayanan “baça bazi” geleneğine kadar sert konuları işliyor.

Film Altın Koza’dan “umut veren erkek oyuncu ödülü” ile dönmüştü, şimdi de 40. Mostra de València Film Festivali’nde “en iyi yönetmen ödülü”ne değer görüldü.

Kural’la “Cinema Jazireh”i konuştuk.

‘DÜNYANIN SONU’

– İlk uzun metraj filminiz “Toz” da bir Afganistan hikâyesiydi, bu film de. Neden Afganistan?

Çok genç yaşta gittim Afganistan’a, mezun olur olmaz. Biraz dünyayı anlamak, “burada neler oluyor, neler dönüyor, bir görmek lazım” duygusuyla gittiğim bir yerdi. Sonra. “Ben burada bir film çekeyim” dedim, Bir takım sorularım da vardı hayata dair: Nerede yaşıyoruz? Bu dünya neresi? Sadece buradan ibaret olamaz, gibi. Afganistan bana o noktada çok fazla şey öğretti. Çünkü hakikaten dünyanın sonu orası. Ve çok çabuk görmezden gelinen bir ülke. Döndüm. Bu sefer biraz orası bana sorular sormaya başladı. Aynı anda dünya da iyi bir yere gitmiyordu.

Dolayısıyla ben bu meselesi olan filmin yine biraz Afganistan üzerinden anlatmaya çalıştım ama film sadece Afganistan’ı muhatap alan bir film değil tabii ki. Bize de bir şey söyleyen bir film. Üstümüzdekine de, altımızdakine de, daha uzaktakine de.

– Film oğlunu arayan bir anne ile başlıyor. Biz, diyoruz ki Leyla’yı ve tamamen oğlunu arayan bir annenin hikâyesini izleyeceğiz. Ama o birden kadraj “baça bazi”ye çevriliyor. Bu geçişi uygularken nasıl bir yol izlediniz?

En başından beri iki hikâye de vardı aklımda. Sadece “Cinema Jazireh” bölümü çok daha geç giriyordu.

Son aşamada senaryodaki iki bölümün paralel şekilde gitmesinin daha anlamlı olacağına karar verdim. Neresi burası? Çünkü aslında orası hiçbir yer. Hayalet kasaba. İlk başta nerede olduğumuzu anlıyoruz. Renksiz bir dünya, çocuklar yok, kadınlar yok. Sonra birden başka bir dünyaya giriyoruz ve rengârenk. Çok eğlenceli. Müzik var, sinema var ama arkasında sakladığı çok enteresan gerçeklikler var…

‘TEK BAŞINA YOLUNU BULMALI’

– İki farklı cinsiyetten aslında anne olma kaygısı izliyoruz. Bir tanesi Leyla, diğeri Zabur. Zabur’un anneliğini nasıl oturttunuz?

Zabur başlı başına bir konu… Ben önce karakterlerin duygusunu buluyorum genel olarak. Zabur’un duygusu, istenmemenin ağırlığıydı ve yine söylüyorum: Ben yaşadığım yerden de çok fazla etkilendim.

Çünkü burada Zabur aynı zamanda şu kişi: Kocasından yıllarca şiddet görmüş ama o evden bir türlü çekip gidemeyen kadın da aynı zamanda Zabur. Ya da sürekli şiddet gören bir erkek çocuğu. Dolayısıyla hepsini içinde barındıran çok kompleks bir karakter ve aslında üzerine aldığı bir şey bu annelik. İster istemez. Dolayısıyla o çekip çeviren, bakın ben olmazsam işler aksar vs. gibi kendini o noktada doldurmaya çalışan ama bunu da beceremeyen biri. Çok arada, çok gri bölgelerde, kompleks bir karakter yani. Leyla ise daha düz, hedefi belli ve kafasını çok karıştırmıyor. Dolayısıyla değişimi bir karakter değişimi olmuyor. Bir karar değişimi oluyor.

– Filmin en önemli parçalarından bir tanesi aslında: Leyla’yı hayatta tutan bir adam var, biz onu bir daha görmedik. Acaba görse miydik?

Sencer. Zabur’la Sencer, üzerine en çok kafa patlattığım iki karakterdi. Bir noktadan sonra tansiyon o kadar yükseliyor ki, Leyla’yı yeniden bir erkeğe döndürtmek istemedim açıkçası. Yani tek başına yolunu bulmasını istiyorum o kadının. Tek başına bırak onu Gözde, dedim. O çünkü yapacağını yaptı.

Ve en önemlisi bence “Bakın her erkek böyle değildir. Burada yaşayan herkes böyle değil. Bizler canavar değiliz”i vermek istedim. Eşit yollarda yürüdüğümüze inanan biriyim. Kaldı ki en kötüler bile o kadar kötü değil. Bu asla meşrulaştırabileceğim bir şey değil ama anlamak zorundayız birbirimizi. Çünkü bizim ilk eğilimimiz suçlunun kendisiyle savaşmak, mücadele etmek ama bunu bitirmek istiyorsak suçla mücadele etmeliyiz. Dolayısıyla yaşamdaki hiçbir şey bu kadar siyah ve beyaz değil. Hepimizin içinde gri bölgeler var.

– İzlettiklerimizin ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu diye sorsak?

Hepsi gerçek aslında ne yazık ki. Çok üzülerek söylüyorum. Filmde bazı sahnelerde, “öyle değil ama ya öyleyse” diye benim bile tüylerim diken diken oluyor. ‘Eyvah! Ya olduysa!” Ama bir yerlerde oldu o. Cinema Jazireh metaforik bir yer. Öyle bir yer yok ama Cinema Jazireh her yerde. Hollanda’da, Türkiye’de, Suriye’de, Rusya’da, Cinema Jazireh farklı biçimlerde, her yerde.

‘ONURUMUZU VE UMUT ETME ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ KAYBETMEMELİYİZ’

– Taliban, şeriat kavramı, annelik halleri… Söyleşisinzde “Dünyanın sonu Afganistan ve dünyanın sonundan ben Türkiye’ye bakmaya çalıştım” dediniz. Bunu biraz açmanızı istiyorum.

Bu az önce saydığınız şeyler… Ben iyi bir anne miyim? Ben bir kadın mıyım? Erkeklerden mi hoşlanırım? Bunlar hayatın ikincil soruları. Önce barınma… Barınman gerekiyor. Ardından karınların doyması lazım. Birincil sorunlar çözülememişken bunları tartışacak bir zemin yok orada. Biz burada bunları tartışabiliyoruz. Çünkü hâlâ öyle alanlar yaratabilecek durumumuz var. Ama kaybediyoruz. “O kadar da olmaz”, “Bu da olmaz” deniyor ya: Olur, o da olur. Kimse hiçbir yere bir günde gelmedi zaten. Önce fikirler yıkıldı. Sonra o dile vurdu. Ondan sonra da eyleme döküldü. “Buraya gelmeyin. Burası iyi bir yer değil” demek isterdim. Benim ülkem bir insan olsaydı, onu sarsıp “Gitme. yön. Hemen dön yoksa iyi değil” demek isterdim.

Bu filmdeki umudu, ülkemdeki insanların gözündeki umutsuzluğu gördüğüm için, umuda adadım aslında. Çünkü hayır, kaybedemeyiz. Bu karanlık dönemlerde iki şey var elimizde. Onurumuz ve umut etme özgürlüğümüz. Bu ikisini kaybedemeyiz. Mümkün değil.

-Peki ne yapmalıyız?

Öncelikle ivedilikle birbirimize bakmak zorundayız. Ve bizi ayıran değil bizi birleştiren şeylere tutunmak zorundayız. Çünkü öbür taraf, bizi birleştiren her kavramın içini boşaltmakla meşgul. Hayır. Tutunacağız bunlara. Burun kıvırmadan tutunacağız. Bir arada olmak zorundayız. Birimizin gözü yamuk olabilir, öbürünün façası olabilir. Önemli değil. Bunları sonra konuşacağız.Ama biz, bizi birleştiren şeylere ivedilikle tutunmak zorundayız.

Author: can tok